Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb-el Ensari “radıyallahü anh” hazretleri var. İstanbul’un güneşi. Bir dünyanın güneşi var, bir de orada güneş var.
Buyuruyor ki; Birgün cenab-ı Peygambere “aleyhissalatü vesselam” dua etmek için Ravza-i mutahharaya gittim. Baktım, yanımdaki birisi dua ediyor, ya Rabbi, vallahi bu kulun senin çok iyi bir Peygamberin. Onun hatırına, bana dörtbin dirhem ver, diyordu.
Yakaladım elini, sen cenab-ı Allahla pazarlık mı yapıyorsun, dedim. Sana ne! Ben Habibinin hürmetine, Rabbimden istiyorum, dedi. İyi de, neden dörtbin, dedim. Bin tane borcum var. Bin tane nafakaya lazım. Bin tane ile at alacağım, kuşanacağım, Allah yolunda din uğruna cihada gideceğim. Bin? O da bulunsun yanımda, dedi.
Ebû Eyyûb-el Ensari hazretleri de; hoşuma gitti senin bu saflığın. Al sana dörtbin dirhem. Bak, dua böyle kabul olur. İlla bağıra çağıra olmaz ki bu, demiş. Mübarek buyuruyor ki; Allahü ekber dedim, namaza durdum, önüme bir kese düştü.
Namaz bitti, keseyi açtım. Ben gümüş verdim, dörtbin dinar geldi. Yani altın. Ama içinde bir yazı vardı. Biz daha fazlasını veririz.
İslamiyet budur. Allahü teala hiç bir kulunu muhtaç bırakır mı? Bırakmaz! Sen dörtbin dirhem gümüş verdin, al sana dörtbin altın. Onun için, verirken biraz fazla verin.