Beni öldürdüğün gün yırtmıştım resimlerini, kızamadan sana.
Şimdi yırttığım resimlerini, titreyen kararsız parmaklarımla birleştirmeye çalışıyorum.
Ölümden beterdi gidişin, Ilık ve güneşli bir bahar günümü, ayazlı bir gece karanlığına çevirdiğin gün, güya seni silip, yırtmıştım resimlerini.
O gün, topraktan yeni filiz veren bir tohumun üzerine bastığın gündü. O gün yeni nefes alan bir bebeği vicdansızca boğduğun gündü. Ve o gün , beni zehirlediğin o gün, içim titreyerek yırttığım resimlerini, titreyen kararsız parmaklarımla birleştirmeye çalışıyorum.
Aradan ne kadar uzun zaman geçti, geçişini hesap edemeyeceğim kadar uzun zaman. Öyle özledim ki seni bir bilsen insanlığından utanırsın. Yeni yürüyen bir çocuğun denizi merak ettiği gibi, yaşlı bir insanın ölümü merak ettiği gibi, şeytanın iyi bir insanı kandırıp kandıramayacağını merak ettiği gibi, bir annenin çocuğunun geleceğini merak ettiği gibi merak ediyorum beni düşünüp düşünmediğini.
Seni unutmak için, en çok umut bağladığım zamana kızıyorum, seni benden silmediği için… Kendime kızıyorum, şu altında sohbet ettiğimiz ağaca, şu kenarında çakıl topladığımız denize, şu bizi yakan güneşe, içinde beraberce yürüdüğümüz geceye, beraberce yediğimiz balık ekmeğe, ikimizi yalayan rüzgara kızıyorum, lakin bir sana kızamadım.
Oysa kızmak isterdim sana, sebepsiz terk edişine, aldatışına, umursamazlığına, ukalalığına, merhametsizliğine kızmak isterdim. Ama ne yapsan kızamadım sana, tüm yaptıklarına rağmen koş desen koşarım, kuru gururun ağzının payını vereli çok oldu.
Öyle özledim ki seni bir bilsen insanlığından utanırsın. Hayat bu, yaprağın görevi vakti gelince düşmektir. Belki de o yüzden kızamıyorum sana.
Mirza TAZEGÜL