Erdoğan iki ayrı saldırı tipi arasında kendisinin gözünde bir fark olmadığını söylüyor vesaldırıların arkasındaki itici gücü gözardı etmeye devam ediyor…
Dov Friedman kaleme aldığı makalesinde Erdoğan ve AKP’nin neden Türkiye’de düzenlenen IŞİD saldırılarını ısrarla PKK’ya ve PYD’ye bağlamaya çalıştıklarını anlatıyor. Bu makaleyi Odatv okuru için çevirdik.
Son olarak 13 Mart günü yaşanan terör saldırıları Türkiye’nin mevcut durumunun normal standartlarını belirleyen korkunç vaziyeti gözler önüne serdi. O Pazar günü, otomobil kullanan bir intihar bombacısı Ankara’nın merkezi Kızılay semtinde infilak ettirildi, 36 kişinin ölümüne ve 127 kişinin yaralanmasına sebep olmuştu. İlerleyen günlerde bir başka intihar bombacısı ise İstanbul’un önde gelen yerlerinden biri olan İstiklal Caddesi’nde dört kişinin ölümüne sebep olurken 36 kişiyi yaralanmıştı.
İstanbul saldırısının ardından meydan okurcasına, ”Terör saldırılarını kullanarak Türkiye’ye yön vermek isteyenler her kimler ise oyunlarını bozacağımızı bilmeliler” açıklamasında bulunan Erdoğan, konuya olan yüzeysel ve tek renkli bakış açısını göstermişti. Sadakat ile bağlı oldukları hükümetin sözcülüğünü üstlenen Yeni Şafak gazetesinden Abdülkadir Selvi ise Erdoğan’ın sözlerini tekrar edercesine yaptığı açıklamada IŞİD ve PKK’nın bu saldırıları birlikte düzenledikleri iddiasında bulunmuştu.
Şimdilik göründüğü kadarıyla IŞİD ve PKK saldırıları seçtikleri hedefler gözetildiğinde farklı karakteristik özellikler taşıdıkları anlaşılıyor. PKK’nın atakları yeniden başlayan ve otonom hakkı kazanmayı amaçlayan iç savaş haline yönelik hedeflerken, IŞİD’in saldırıları etno-politik gerilimi arttırmaya ve iş hayatı ile turistik merkezleri hedef alarak sivil kayıpları en üst düzeye çıkarmaya yönelik tasarlanmış gibidir.
Alenen göründüğü kadarı ile Türkiye, farklı unsurları hedef alan iki ayrı terör grubunun saldırısı altında olsa da, hükümet tek bir grubun saldırısı altındaymış gibi konuşmayı tercih ediyor. Hükümet aldığı kararlar ile bu tip bir aldatmacayı kendi politik çıkarları doğrultusunda kullanmak üzere kurguluyor. İşin aslı, bir takım farklı politik tercihler ile yaşanan sorunların hafifletilmesi mümkündür.
TÜRKİYE İLE SAVAŞ HALİ
Türkiye ile savaş halinin yeniden başlamasından itibaren, PKK ekseriyet ile devlet kurumlarına saldırdı. Temmuz 2015’te yaşanan Suriye sınırına yakın bir noktada Suruç’ta yaşanan ve barış aktivistlerini hedef alan patlamayı takip eden süreçte, PKK iki polis memurunu uykularında öldürmüştü. PKK daha sonra bu suikastlerin Suruç katliamına mukabil gerçekleştirdiklerini duyurmuş, barışçıl genç aktivistleri hedef alan saldırı için Türkiye’yi suçlamışlardı. Bu olayların hemen ardından hükümet, Türkiye’nin Güneydoğusu’nda geçtiğimiz sonbaharda askeri operasyonlara girişmiş, PKK da askere karşı saldırılarına yeniden başlamıştı.
Kürt militanları Türkiye’nin güvenlik güçlerine saldırmak konusunda kendilerini kısıtlamıyorlar. Aralık 2013’te, Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK), bir havalimanı çalışanının hayatını kaybetmesine sebep olan havanlı saldırıyı üstlenmişti. Şubat 2016’da yaşanan bir diğer olayda ise, Kürdistan-Ceyhan petrol boru hattına düzenlenen sabotajı kabul etmemişlerdi, buna rağmen hükümet sabotajın arkasında Kürt militanların olduğuna inandıklarını söylüyordu, bu boru hattı Irak’ın Kürdistan bölgesi ile Türkiye arasında bulunmaktadır.
TAK’ın saldırıları Şubat 2016’da Türkiye’nin kalbine yönelmiş, bombalı araçlar Ankara’nın merkezi olan Kızılay’da patlatılmıştı. 2015’in sonlarında bir diğer saldırı askeri personeli hedef alırken 28 kişinin ölümüne neden olmuştu.
Şimdi ise, 13 Mart günü TAK’ın Kızılay’da bir kez daha gerçekleştirdiği saldırıda 37 sivil hayatını kaybetmişti. Sivil can kayıplarına neden olan bu katliamlar bize gösteriyor ki devlete karşı gerçekleştirdikleri saldırılarda TAK ve PKK arasında bir ayrım bulunmaktadır. Saldırıyı üstlenirken, TAK sivil kayıpların istemsizce gerçekleştiğini ve asıl hedefin polis olduğunu açıklamıştı. TAK’ın gösterdiği pişmanlık belirtisi oldukça düşük seviyedeydi ve soğuk bir ifade ile sivil kayıpların ”kaçınılmaz” olduğundan söz etmişlerdi, her halükarda yeniden başlayan Kürt militanların hareketliliği – PKK ya da TAK fark etmez – devleti ve uzantılarını hedef almaktadır.
TAK ve PKK’nın devlete karşı düzenlediği saldırıların aksine, IŞİD’in saldırıları Türkiye’de etno-politik tansiyonu arttırmaya yönelik, ve Türkiye’nin turizm sektörünü baltalamayı hedefleyen, sivilleri bilhassa hedef alan nitelikte.
Haziran 2015’te gerçekleşen parlamento seçimlerinden iki gün önce, HDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği miting alanında iki bombalı saldırı düzenlenmişti. Hazırlanan ilk rapor saldırıyı IŞİD’in düzenlediğini gösteriyordu, bu saldırıların seçim kampanyasını etkilemeye yönelik olduğunu tüm partiler anlamışlardı.
TÜRKİYE’NİN YÜZLEŞTİĞİ TEHDİTLER
Temmuz 2015’te yaşanan Suruç saldırısı, yıkılmış Kobani’nin yeniden inşasında çalışmak üzere bölgeye gitmek isteyen genç aktivistlere karşı IŞİD’in düzenlediği saldırı, Türkiye’nin etno-politik fay hatları boyunca sarsılmasına neden olmuştu. HDP yine de bu saldırı için IŞİD’i suçlarken, Kürt militanları suçu -IŞİD’in eylemlerini kolaylaştırdıklarını söyledikleri- hükümete atmışlardı, bu olayın intikamını almak için uykudaki polis memurlarını katletmişlerdi.
IŞİD, Ekim 2015’te düzenlediği ikiz saldırılar ile sol grupların Ankara’da tren istasyonu yakınlarında gerçekleşen mitinge saldırmış, 100’ün üzerinde insanın ölümü bu örgütün Türkiye’yi nasıl ikiye bölebilme becerisine sahip olduğunu göstermişti. Bu saldırı Kasım’da düzenlenecek erken seçimden üç hafta önce yaşanmıştı, erken seçimin sebebi ise AKP’nin Haziran seçimlerinde meclisteki ağırlığını kaybetmiş olması nedeniyleydi. İki seçim arasında geçen aylar boyunca harekete geçen PKK saldırılarına istinaden tiz bir perdeden milliyetçi söylemlere yönelen AKP, parlamentoda yeniden üstünlük elde etmeyi başardı. Bu sebepledir ki, HDP’nin eşbaşkanı Selahattin Demirtaş -karakteristik özelliğinden gelen güzel hitabet becerisi, politik becerikliliği ve ılımlı üslubu ile- Türk devletini Ekim’de yaşanan saldırıya istinaden suçlamıştı.
IŞİD’in sivillere karşı düzenlediği saldırılar devam etti, Ocak 2016’da turizm sektörünü baltalamaya yönelik saldırılara başladılar. Bir zamanlar Roma hipodromunun bulunduğu, İstanbul’un en eski semtlerinden olan Sultanahmet’te çoğunluğu Almanlar’dan oluşan 10 turistin ölümüne sebep olan intihar bombacısı Türkiye’nin canlı turizm sektörünün baltalanmasına yönelikti.
Türkiye’nin yüzleştiği tehditler huzurun kaçmasına neden olurken, siyasi liderler meseleleri politik yollarla çözmeye çalışmamakta ısrarcılar. Türkiye’nin karşılaştığı terör saldırılarına istinaden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki meseleyi birbirine bağlamaya yönelik tavırları Mart ayında yaşanan saldırı sonrasında başlamadı. Ekim ayında Ankara’daki mitinge düzenlenen saldırıdan sonra, Erdoğan siviller ve askerler ile polisleri hedef alan iki ayrı saldırı tipi arasında kendisinin gözünde bir fark olmadığını söylerken, bu iki ayrı saldırının arkasındaki itici gücü gözardı etmeye devam ediyordu. Bir komplo teorisyeni gibi konuşarak, Ankara saldırısının ardında IŞİD, PKK, PYD ve Esad rejiminin gizli servisinin birlikteliği olduğundan bahsediyordu.
İLK İŞ PKK’YI İŞARET ETMEK OLDU
İstiklal Caddesi’nde yaşanan bombalı saldırının ardından Türk yetkililer ilk iş PKK’yı işaret etmeyi tercih ettiler. Garip bir biçimde saldırıdan sadece üç saat sonra bu açıklamayı yaptılar, halbuki saldırının niteliği Sultanahmet’te düzenlenen saldırı ile aynı özelliklere sahipti. Hükümet yetkilileri kendilerine yönelen soruları geçiştirip hakikatleri saptırmaya ve dikkatleri IŞİD’in Türk topraklarında düzenlediği saldırılardan başka tarafa yöneltmeye çalışıyorlardı.
Hükümetin bu tavrı daha ileride düzenlenecek saldırılara kapı aralamaktadır. Saldırıdan günler önce, Alman konsolosluğu İstanbul’da düzenlenecek bir saldırı için uyarıda bulunmuş, konsolosluğu ve İstanbul’un merkezinde bulunan Alman okulunu bir süreliğine kapatmışlardı. İstanbul’un valisi bu açıklamaya karşı son derece kızgın bir üslupla yanıt vermiş ve vatandaşlarına sadece resmi makamların uyarılarını ciddiye almalarını söylemiş, Alman yetkililerin hissi ve ciddiyetten uzak bildirilerini dikkate almamaları konusunda uyarmıştı.
Saldırının ardından hükümetin konuyu saptırma gayretleri korkunç nitelikte ve karanlık bir kişisel meseleye dönüştü. Hükümetin yandaş basını Sabah gazetesi ağzı bozuk bir üslupla itham ettikleri Henri Barkey’e saldırmaya başladı ve -kendisinin İstanbul’da düzenlenebilecek olası saldırılara karşı uyarı niteliği taşıyan- sözlerini çevirip, dönüştürerek farklı anlamlar yüklemeye gayret ettiler. Gazeteciliğe yakışmayacak şekilde ürettikleri komplo teorileri ile Barkey’nin, Gülen Cemaati ve CIA’in maaşa bağlanmış ajanı olduğu iftirasını atarak komplo teorilerine inanmaya meyilli okurlarını bu konuda ikna etmeye çalıştılar.
Tüm bunların merkezindeki konu şu: Neden Türkiye’nin her saldırıdan sonra sorulan sorulara verdiği yanıtlar hedef saptırmaya ve olayları karartmaya yönelik ve neden halka doğru bilgi verilmiyor?
Hükümetin bu konudaki tutumu, yanıtların hepsini devletin PKK ile süregelen çatışmalarına bağlamaktan ibaret. HDP’nin Haziran seçimlerindeki sürpriz çıkışı Güneydoğu’da yaşayan ve geçmişte AKP’ye oy veren Kürtlerin tercihlerini değiştirmeleri sayesinde mümkün olmuştu. Kasım’da yapılan erken seçimde ise, PKK şiddetinin yeniden başlaması ile birlikte, Kürt seçmenler tekrar AKP’ye yöneldiler. Hükümet elbette böyle olacağının farkındaydı. AKP’nin ard arda yaşanan seçim başarılarında muhafazakar Kürtlerin rolü büyüktür. PKK’nın sivillere karşı saldırılar düzenlediğine dair bir intiba yaratmak, AKP’yi sosyal barışın güvencesi olarak göstermenin bir yoludur. Hükümet bu tutumu ile büyük bir risk almakta, zira bu tavır an gelir geri tepebilir.
Hükümetin Suriye’de süregelen savaşa olan bakış açısı kendi topraklarındaki olası saldırılar için bir sebeptir. Suriye’de bulunan PYD’ye istinaden ABD ve öteki uluslar arası güçlerin destekleri Türkiye’yi tam manasıyla çıldırtıyor. ABD’nin PYD ve onun silahlı gücü YPG’ye olan desteği ile düzenli olarak azarlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet yetkilileri bu grubu PKK’nın uzantısı bir terörist grup olarak göstermeye çalışıyorlar. Washington’ın yanıtı mükemmel bir dil ile ABD’nin PYD ve PKK’yı aynı görmedikleri yönünde.
Bu sebeple hükümet Şubat 2016’da düzenlenen bombalı saldırıyı Suriye’de bulunan PYD’yle ilişkilendirmeye çalıştı. Kuşku yok ki hükümet kendi evinde düzenlenen PKK saldırılarında PYD’nin de rolü olduğunu ispat edebilirse, bu durum ABD’nin Suriye’de bulunan PYD’ye ve onu PKK’dan ayırmaya yönelik olan desteğini sona erdirecektir. Dahası, hükümetin gelişigüzel iddiaları sadece itibarını sarsmaya çalıştığı PYD’ye sunulan tüm uluslar arası desteği sona erdirmeye yönelik.
Belki de en önemli sebep, hükümetin kendi alçakça politikalarının Türkiye’yi etkisi altına alan bu şiddet sarmalının asıl sebebi olması nedeniyledir. TAK ve PKK’nın saldırıları kınanabilir nitelikte. Onların ateşkesi bozmaları ve güvenlik güçlerini öldürmeleri, süregelen düşmanlığın ve çatışmaların asıl sebebi olabilir elbette. Fakat çözüm sürecini rafa kaldırmayı tercih eden hükümet için de aynı şeyleri söylemek mümkün. PKK lideri Murat Karayılan, Newroz mesajında görüşmelerin yeniden başlaması durumunda Kürt militanlarının saldırılarına son vereceklerini söylemişti. Fakat AKP ultra-milliyetçi söylemlere yönelmesi sayesinde mevcut durumdan politik anlamda bir çeşit fayda sağlıyor ve görüşmelere geri dönmek konusunda bu sebeple isteksiz görünüyor, öte yandan saldırıların şehirlere kaymış olması da kendilerine pahalıya patlayabilir.
”BIRAKIN NE İSTERLERSE YAPSINLAR” YAKLAŞIMININ SONUÇLARI İLE YÜZLEŞİLİYOR
IŞİD’in Türkiye’de günden güne yerleşik hale gelmeye başlayan saldırıları ciddi bir endişe unsuru. Ekim 2015’te Ankara’da düzenlenen saldırıdan sonra, İstanbul’da yaşayan gazeteci Noah Blaser ve Atlantik Konseyi’nin önde gelen üyelerinden Aaron Stein, IŞİD’in Türkiye’de varolan karmaşık ve derin ağını ortaya çıkarak bir makale yayınlamışlar ve dar bakış açısına sahip ileriyi göremeyen politikalar nedeniyle IŞİD’in Türkiye’de kök salmasının kolaylaştığını anlatmışlardı. Bu araştırma hangi IŞİD mensuplarına Türkiye içerisinde ve Suriye sınırı boyunca tanınan hareket imkanının bugün gerçekleşen saldırıların asıl sorumlusu olduğunu gösteriyordu. Her ne kadar 2015’in sonlarından itibaren Türkiye IŞİD’e karşı tutumunu değiştirse de, yıllar boyunca süregelen ”bırakın ne isterlerse yapsınlar” yaklaşımının sonuçları ile yüzleşiliyor.
Tüm bunlar Türkiye’nin artış gösteren şiddet sarmalına karşı açık bir yanıt vermesini gerektirir. Türkiye PKK ile müzakere masasına geri dönmelidir, Suriyeli Kürt bölgesi Rojava’ya karşı tutumunu değiştirmesi ise uzlaşma şansını arttıracaktır. Türkiye sınırını IŞİD’e karşı bütünüyle kapatmalı, aynı zamanda IŞİD’e farklı yollarla destek vermeyi hedefleyen yozlaşmış resmi görevlilerine karşı engelleyici bir duruş sergilemelidir. Türkiye, PYD ile uzlaşma yoluna giderek IŞİD’in sınırlarını kullanarak Suriye ve Türkiye arasında mekik dokumasının da önüne geçmelidir. Son olarak, Türkiye güneydoğuda istihbarat güçlerini içeri sızan IŞİD ağının engellenmesine yönelik kullanmaya başlamalıdır.
Bu saydıklarımın hiç biri kolay işler değiller. Ancak Türkiye bu şiddet dalgasını sona erdirmek istiyorsa, bu saydıklarımı gerçekleştirmekten başka bir şansı da yok gibidir.
Makalenin yazarı Dov Friedman Türkiye ve Kürdistan konusunda çalışan bir uzmandır. Kendisi Middle East Petroleum adlı bir İngiliz-Türk enerji şirketinde yöneti ABD adına yöneticilik yapmaktadır. Makaledeki düşünceleri bütünüyle kendisine aittir ve yazının içeriği birlikte çalıştığı şirketi bağlamaz.
Çeviren: Şıvan Okçuoğlu
Odatv.com